31 Aralık 2010 Cuma

namerdim bakarsa

dayanamıyorum kendime ne benimle olan kimselere.acıyı seviyorum,can yakmak başlıca görevim kabul ediyorum..
eğer yoksa hayatımda acı ben mutlaka icat ediyorum..sonra onun başrolüne geçip,canımdan çok sevdiklerimi de figüran gibi kullanıyorum..
başroldeki ölür yada mutluluğa erer ya,bende öyle olmuyor.mutlak sürünüyorum..figüranlarım yanımda oldukları halde onlara rollerini tamamlattırmıyorum,yolları erken ayırıyorum..
sevdiklerim acı çeksin istiyorum,bunun dayanılmaz zevki zamanla acıya dönüşüyor.işte o zaman keşke ölsem diyorum..
canım diyen sese muhtaclığım,artıyor böylece.bu sesle hayat bulurum sanıyorum.sanrılarım bitmiyor,senaryolarım artarak devam ediyor..
mutlu sona  bendeki o arzuyu da öldürerek eriyorum.işte işte o zaman yeniden doğuyorum.amacıma ulaştım ya artık,sende varolan nefretle ben büyüyor büyüyorum.
bana bişey yapamayan gölgeden adamlara hergün küfrediyorum.filmi koparmıştım hani herkes ölmüş ben sürünüyordumya.hayata tutunmak için tırnaklarının kanadığını görünce yeniden diriliyorum.kinim bitmeyecek beni öldüremeyeceksin bunu bil bir kere daha şahit ol istiyorum.
bu yılbaşında da ikramiyen benim.ister hayal kırıklığınım ister mutluluğun.buna sen karar verecekken,ben senin gırtalğına çöküyorum.hayallerimi yıldırım çarptı.bense yıldırımın asıl kaynağını işte böyle kurutuyorum...
bir ıslık çal  hayata,bakmayacak namerdim dönüp bakarsa sana ....

20 Aralık 2010 Pazartesi

böyle mi beklenir?

dağları taşları aşıp gelen sevgili böyle mi beklenir?
eğlenemedim hiç bir gönülde,yar olmadı hiç bir duvar hislerime.koştum sımsıcak sandım kucağın.senin olmaya geldim,zeten giderkende senindim.vedalaşırken öyle anladım.ama ey yar sevgili böyle mi beklenir?
her yerde sen her an seninleydim.ne bir yudum suda,ne de bir tas çorbada tat bulabildim.beklemişte olsa suyun,kokmuşta olsa çorba senin elinden içmekti ümidim.hani nerde tablanın üstünde bakır kabın,maşrapanda bir yudum suyun?yar sen beni nasıl böyle beklersin.
el barınagında huzur yok,sanki dondum kapılarda kış tuttu yüreğim senin yaylanda ben anladım huzurluyum.bir köşeye çekilmem alabildiğince hür ve mutluyum.al ye al iç al yat denmesin bana ben bunları sende buldum.yar hani senin nerde huzurun.
nerede şen kahkahaların,nerede aşk fısıltın.nerede kanatlarının arasındaki bol dokunmaların.nerede sarıp sarmalayan kollarındaki o arzu.yar sen beni hiç özlememişsin?
bak açıldı kapın,beni yine içine aldın.hoş geldin demedin.yok saydın bunca hatırasını dolu yaşanmışlığın.her yerin kir pas içinde üstün tamamen şarapın etkisinde.kırılmış tezgahındaki viski bardakların.bensizlik sana yaramamış farkında mısın? yar sen çok dağıtmışsın.
beni böyle mi uğurladın beni böyle mi karşıladın?sen beni benimsememişsin yatağımda anladım.buz gibisin,buz gibi.ya bensizken çok üşüdün ya bensizliğe hala alışamadın.hadi ısın yaktım gönül sobamızı.hadi sar yün kokulu yorganını göğsüme.yar sen bensizken hayatı ıskalamışsın.
mey verme içinde aşk sözü yoksa.yemediysen beklemiş muhabbetin meyvesini.kapağını bile açma eski dolabın.çıkacaksa küflenmiş azığın,kokakcaksa bensizliğin işlenmiş hatıraları bir bir ortaya.ne olur önündeki kuru ekmeği yine sun bana.yar sen bensizken aç kalmışsın.
seni böyle bırakıp gitmek var.kirlenmiş tenine dokunmamak var.seni yine bensiz bırakıp derin yalnızlığa gark etmek var.ben seni böyle mi beklerdim.ben gidiyorum,yine geleceğim sil gözyaşlarını.sen benim özgürlüğümün bakımsız adısın.sen benim karnımın doyduğu birinci sınıf lokantasın.sen benim kollarında aşkı yaşadığım mecnunumsun.bana bunları sundun.sana hainliğin sınırında bir yalnızlık verdim.özle beni özle ama nolur biraz daha iyi karşıla.seni çok çok seviyorum.SEVGİLİ EVİM....

15 Aralık 2010 Çarşamba

sen adamı güldürürsün;gülmekten öldürürsün

ilahi Gülseher sen adamı güldürürsün gülmekten öldürürsün.azrail misin nesin sen?

bir kadın hem güzel,hem bakımlı,hem son derece düzgün bir diksiyona sahip olabilir mi?ama hem zeki hemde küçük dilini yutturacak kadar saf olabilir mi?
anlatalım size Gülseher'i siz karar verin...

zaman zaman yaptığı espiri diyemeyeceğim davranışlarıyla ortama gökkuşağı rengi katan bir hanımefendi.
onunla aynı ortamda çalışmak sizi doğu görevinden muaf kılıyor.

birgün okula gidiyorduk.Gülseher arabayı havalandırmak istedi,lakin pencere yerine kapıyı açtı.yanlış bişeyler olduğunu hemen farketti ama yanlışın ne olduğunu anlayamadı.kapı açık eli kapının kolunda bizlere bakmaya başladı "ne yaptım?"der gibiydi gözleri.
"hocam pencere yerine,kapıyı açtınız" dediğimizde durumu nihayet farkedebildi.

tenefüse çıktığımızda öğretmenler odasında yüksek sesle fotokopi makinasıyla kavga ederken bulduk onu.neymiş efendim fotokopi makinası daha çok yeni olduğu halde neden kağıtları boş veriyormuş?
fotokopisini çekeceğin kağıt elinde olursa tabiki makina çekmez.Daha o teknolojiye ulaşmadık Gülseher..

"okulda öğretmenler arası ortamın iyi olması çok önemlidir ve burada çok güzel bir kaynaşma olduğunu görüyorum" dedi gelen müfettiş."bize müsade kalkalım var mı istediğiniz bişey?"deyince bizim Gülseher hoca
"hocam benim yaşım 37 fakat arkadaşlar bana tam 38 gösteriyorsun diyorlar, ben bu durumdan çok rahatsızım yüksek makamlarınızdan bunlar hakkında soruşturma açmanızı talep ediyorum" demez mi?

okuldan dönerken beyin yorgunluğundan olsa gerek,yaklaşılan kasislerde her seferinde "kavis var dikkat et" diye şöfere seslenen nadide bir kişilik.

matematikçileri bile şaşırtan bir hesap tekniği vardır."6 sene Amasya'da 5 sene Çorum'da toplam 10 senelik hizmetim var"diye tecrübesinden her daim söz eder.

saçlarını koyu bir renge boya dedik.mavi gözlerin hem ortaya çıkar hemde daha genç görünürsün diye de ekledik.sağolsun sözümüzü tuttu.ertesi gün saçlarını kahverengiye boyamış halde gördük.gün boyu aynanın karşısından alamadık kendisini "ayyy çok güzel oldu bu"derken aynada göremediği yerlerin hala sarı olduğundan haberi yoktu..

"senin paran bu arabaya çok uğurlu geliyor.5-10 lira sıkıştırda kazaya belaya karşı korusun" dedi arkadaşlar."bozuk param yok "dedi 50 lira çıkarıp arabanın tavanında bir yere sıkıştırdı.o arabadan inince,"yaşasın bugünde çay paramız çıktı" diye bir kahkaha tufanı koptu..
çaya onuda davet etmeyi unutmadık..

bazen öyle derinlere dalarki kan kusacak kadar.düşünürken mürekkepli kalemi ağzından çıkarki,iç çektiğin esnada mürekkep ağzına doluyor,"kustuğun kan değil kırmızı kalemin mürekkebi" diye onu teselli ettik.

Zeliş'in Hikayesi

  • Bir kız çocuğu yaşardı köyün birinde...
    Neşeli,zeki,oldukça yaramaz bir kız çocuğu.Kızın adı Zeliş.Zeliş'in hikayesi bu..
    Zeliş babannesi ve dedesiyle yaşıyor.Annesi başka yerde ekmek derdine düşmüş babasıyla başbaşa verip.Her sene 15 tatilde görüyor annesini..Yaz tatilinde o babannesiyle babasının yanına gidiyor,annesi köye gelip harman yapıyor.Yine yer değişimi ve anneden ayrılık 7 yaşından 12 yaşına kadar devam eden bir süreç..
    En zoru ne dedim Zeliş'e?
    En zoru dediğine göre annesi memleketten babasının yanına dönerken onu yanında götürmemesiymiş.
    Arabanın tekerlerine sarılırmış,küçücük bedeniyle arabanın hareket etmesini engellemek istermiş.Gitmesin annesini götürmesin.
    Nafile araba hareket eder bir şeker karşılğında arabanın yürümesine izin verirmiş.Sonra balkona koşar ufuktaki iplik gibi yolda hareket eden arabayı secmeye çalışır,geri dönmesini hayal edermiş.Saniyelerini alan bu büyük hayal gerçekleşmeyince hayalden nefret etmeye başlamış.
    Okulunda çok başarılı Zeliş,çok zeki.Öğretmeni onu çok seviyor oda öğretmenini.
    Ama hep annesini özlüyor işte zavallı kız..
    Zeliş köyün göz bebeği..Herkes seviyor onu.Oda herkesi.Tüm köylünün dilinde Zeliş'in annesinin ardından yaktıgı yaslar.Türkü gibi,ağıt gibi.Köylü bir şeyi daha biliyor Zeliş'in annesini memlekete geleceği zaman nasıl beklediğini.
    İnzivaya nerde nasıl çekildiğini.O süreçte dokunmuyorlar Zeliş'e.Ona hiç şaka yapmıyorlar,onla hiç konuşmuyorlar çünkü Zeliş inzivada.
    Zeliş annesi geleceği zaman,ikindi vakti saat 5 gibi caminin yanına gider,gelen giden arabalardan annesini beklermiş.Hepsinde ayrı heyecan duyarmış.Önce balkona koşar iplik gibi o yoldan araba var mı onu görmeye çalışır eger varsa heman caminin yanına gider bakar annesi inmediyse tekrar balkona koşarmış.Bu böyle epeyce sürermiş.
    Böyle yine annesini beklerken,cami cemaatinden biri " Zeliş annen geliyor kız,koş" der.
    Zeliş bir bakar evet annesini görür.Hızla çarpan kalbiyle annesinin kollarına atar kendini.
    "Anneciğim çok bekledim.Neden geç kaldın der?"ve başını kaldırır annesine bakar.
    İşte o andan itibaren yaşadığı şoku Zeliş hala üzerinden atmış değil.
  • Zeliş kafasını kaldırdı kızım diyen yüze baktı "Rahime teyze sen misin?" dedi.Ve utanarak kadının kollarından aşağıya doğru süzülrek kurtulmak istedi.
    Rahime teyze "bende senin annen sayılırım kızım dedi.Utanacak ne var bunda?" diye ekledi.Hiç söyleyecek birşeyi yoktu Zeliş'in görüntü o kadar uygundu ki annesinin geliş sahnesine.
    Alacakaranlıkta Rahime teyzenin elindeki helkeleri(kulplu bakır su kabı) valiz,helkelerden tutan çocuğu kardeşi,arkada gelen cami cematinden  Yakup amcayıda babası zannetmişti.
    En önemliside Zeliş kandırılmıştı,daha dikkatli baksa idi belki anlayacaktı ama koskoca adamların onu kandırmaktan zevk alacağını hiç hesaba katmamıştı.
    Ve şunu düşündü artık anneside gelse mutlu olmayacaktı evet annesi de geldi ama Zeliş bir daha hiç öyle beklemedi bekleyemedi annesini..

    Şimdi Zeliş o günlerde yaşadığı yoğun duyguyu şöyle dile getiriyor:
    Çok utanmıştım Rahime teyzeye sarılınca oda bana sarıldı ama bu benim utancımı hafifletmedi.
    Ve çocuk kalbimle bedduayı öğrendiğim ve ettiğim ilk olay buydu.
    Bedduası kabul olmuş muydu Zeliş'in?
    Evet diyor sadece evet kabul oldu.

14 Aralık 2010 Salı

anneyi bekleyiş

Ankara'dan hergün rüzgar eserdi
annesinin kokusunu getirirdi
ağlardı Zeliş köylü dinlerdi
bu ağıtlar dillere destandı.
çok özler hasretine kimse tahammül edemezdi
her cuma umutsuzca beklerdi
beklemekten nefreti işte öğrenmişti
bilirdi henüz beklenen cuma gelmemişti
ama alamazdı kendini,söz dinlemezdi kalbi..
çünkü annesi tatilde gelecekti,
boşa beklediğini bilirdi
ne okullar kapandı ne de geldi tatilin herhangi biri..
aylar geçti günler sayıldı bir bir
bir cumadan bir cumaya yollara gözler dikildi
ne bahçede iş yapardı beklerken Zeliş
nede pınara suya giderdi
inzivaya çekilirdi bunu tüm köylü bilirdi
mekanı balkonla caminin yanı idi
bir balkona çıkardı ip ince ufuktaki yolu izlerdi.
ışıl ışıl gözleriyle bir araba seçer
göğsüne sığmayan çarpan kalbiyle
merdivenlerden uçarak inerdi
sonraki durağı caminin yanı idi
etrafında dönerdi arabanın
dön dön sanki kabeydi
elleri boş tekrar balkona koşardı git gel
aynı nakarat yine yola dikerdi gözlerini
bir cumaydı aynı serde aynı bekleyiş
vakit akşam vaktiydi cemaat camideydi
cemaatten Mehmet amca verdi müjdeyi
"Zeliş kız annen geliyor bak" dedi.
zeliş baktı ki elinde iki valiz
valizlerden tutan kız kardeşiydi
önde babası kasketli..
lakin bekleme noktasına çok uzak idi
koştu koştu attı kollarını boynuna
bir de ne görsün annesi sandığı kişi
komşuları Rahime teyzeydi
ellerinde iki su helkesi,
helkelerden tutan oğlu Hüseyin'di
önde kasketli cemaatten Yakup amca
akşamın alaca karanlığında seçememişti.
en azından annesine sarılır gibi
sarılıvermişti..
kolları Rahime teyzenin boynundan indirken yaşadığı
utanç o biçimdi
Rahime teyzenin "bende senin bir annenim" tesellisi
gözyaşları içinde gelmişti..
ama Zeliş kesen,delen,bıçaklayan bir hayal kırıklığının
o an utanç verici halindeydi.
Mehmet amca neden neden yalan söylemişti,
inzivadayken kimse ses etmezdi
neden bu koca adam kandırmıştı Zeliş'i
artık Zeliş bedduayı da öğrenecekti
ve annesini beklemenin acı dolu hatırası
tüm beynini kemirecekti
sabaha kadar Mehmet amca neden? diyecekti
o gün annesi gelmedi,
sabaha kadar Zeliş'i bekletecekti.
çünkü evladı sadece o değildi
kardeşlerinin karnesi verilmemişti.
hep böyle geçti gitti yıllar,
tam 5 yıl ne beklemekten vazgeçti
nede taş kalpler Zeliş'in bu hasretine
bir çare bulabildi..
Zeliş küçücükken hem hasreti öğrendi
hem de büyüklerin küçüklüğünü
inancı,güvensizliği,aldatılmayı
temeli atılmıştı yaşadı tüm kötülükleri
herkes rahat yattığı yerde şimdi
hiç bir zaman hayır dua etmeyi kabullenemedi

9 Aralık 2010 Perşembe

anneden ayrılış

küçücük bir kız vardı,adı Zeliş'ti.
lakin o Zeliş denmesinden nefret ederdi.
sakın söylemeyin ona Zeliş dediğimi..
minnacıktı elleri,kocamandı yüreği.
o kadar zekiydiki,öğretmeni onu çok sever,
yaramazlıklarını hep örtbars ederdi..
babannesi ve dedesi ile yaşardı Zeliş
annesi babası ile birlikte Ankara'da ekmek kavgasında idi..
Zeliş yedi yaşında hasreti öğrenmişti..
kaldıramazdı, çoğu zaman ağlamaktan yorgun düşerdi bedeni..
sadece yarıyıl tatilinde görebilirdi annesini,
yaz tatilinde;annesi köye,babannesiyle Zeliş Ankara'ya
babasının yanına giderdi....
birde eylül ayı vardı ki Zeliş ayrılık ayı koymuştu ismini..
birkaç günde bu ayda görebilirdi annesini
 ayrılık çanının yakında çalacağını bilerek
yudum yudum öperdi annesini..
talihsiz gün pazardı acı mı acı
toplandı tüm eşyalar,elvedalar başladı
zelişe geldi sıra elveda sarılması
öyle bir yapıştı ki anacağına
sormayın gitsin.
ne taş dayanırdı olsaydı yerinde
ama kalpler dayandı sanki bir kayaydı.
sonra yaklaşırdı bir araba çalardı acı sireni
arabanın rengi masmaviydi.
sevmedi özgürlüğü o günden beri
yüreklerde durmadan yanardı yangının en görkemlisi
yalvarırdı gitme gitme GİTMEEEEEEE
anacığı bakamazdı minik Zeliş'in gözlerine arabaya biniverirdi.
Zeliş yaramaz durur mu,kucaklardı arabanın tekerleğini..
bırakmam ben anamı benide götür diye feryad ederdi..
"al bak şeker"deyince şekere koşup tekeri bırakınca
araba kaçıverirdi....
ANNEEEEEEEEEEEEEEEEE
boşuna bağırma Zeliş dönmez,dönemeyecek derdi dedesi...
sonra  koşardı Zeliş balkona
annesinin geçeceği güzergahı izlerdi
deli gibi.
güneş ışığı vururdu arabanın camlarınaki,
annesini götüren arabayı işte öyle seçerdi..
ve kaldırırdı minik ellerini semaya
döndür Allah'ım döndür onu derdi...
o minicik eller büyürdü büyürdü ama
asla annesini geri getirmeye
gücü yetmezdi.
işte o zaman Zeliş ne Allah'a güvendi..
anladı ki ne de dua iş bitirirdi.
inancı kırıldı belki
dua etmemeyi böylece öğrendii
bu annesinin gidişi,birde vardır ki bekleyişi...

8 Aralık 2010 Çarşamba

tek başına

tek başına.herşey tek başına yaşanır.tek doğulur,tek ölünür.teke tekkkk.
aşk bile tek başına yaşanır.seversin sevdiğinden emin olduğun gibi asla sevildiğinden emin olmadan sevildiğini sanarsın...
dünya batsa senle işim olmaz lafının kaldırılmaz yükünü bile tek başına yaşarsın..yatağında tek,sofranda tek,yolculuğuna bile tek başına çıkarsın.
kalbinin içindeki arzuya tek başına cevap verirsin..
evin büyüktür ama içinde tek başına dolaşırsın..
giden gitmiştir gittiği anda bitmiştir sloganını kendi kendine dilinle söyler; asla kalbinle inanmazsın.
sofranın tam ortasındaki akla zarar görüntüyü tek başına seyredersin.
sinemaya tek gidersin,önce yan koltuktaki çiftleri,sonra aşk sahnelerini içini çekerek izlerken gözlerini ayaklarının ucuna kaydırırsın.
kalabalık eğlenceli ortamlarda eğlenenleri seyredersin.onların şerefine bi kadeh kaldırıp tek başına rozit dersin.
aşk dolu sözler bağıran çığıran Demet Akalın'ı asla dinlemek istemezsin.çünkü hala teksin.
hasta yatagında bir bardak suyun ikramının hayalini de tek kurarsın.tekler yan yana çift olur ama hiç yan yana getiremezsin,korkarsın.
binlerce sen dolaşır içinde belki o zaman tekliğe çelme atarsın.
attığın çelme aynayı kırar zamanla ama yere saçılıp giden onca seni toplarken yine TEKSİN..